Bu yazımda manevi değerler içeren kavramları değil, daha çok hayatımıza sonradan dahil olan maddi konular veya vazgeçilmez sandığımız (aslında kaybında hala yaşamaya devam ettiğimiz) konuları kaleme alacağım.
“Olsalar” ve “olmasalar”, sizleri şöyle iki yana alalım efendim..
Sevgili okurum, bu cümleyi okuduktan sonra sizden gözlerinizi kapatmanızı ve kısa bir süre hayatınızda “olsa” ve “olmasa” dediğiniz ögeleri düşünmenizi rica ediyorum.
…..
Ve merhaba:)
Şimdi “olsa”lar ve “olmasa”larınızı tahmin etmeye çalışayım: para, ev, araba, telefon, ruj, ayakkabı, iş, hobi, gözlük, kıyafet, internet..
Aa o da ne! Meğer “olsa”larınız ve “olmasa”larınız aynıymış!
Fakat bunların bizde yarattığı mutluluk düzeyi aynı orantılı değil! Sahip olmak istediğimiz “olsa”lar bizi daha mutlu ederken, “olmasa” dediklerimiz de bizi aynı oranda mutsuz ediyor! Yani aslında cümlelerimiz şu yönde; “Olsa ne güzel olur!”, “Olmasa ne yaparım!”
Gerçek mutluluk, yani her şartta halinden memnuniyet noktasına gelmemiz için hislerimiz şunu söylemeli:
“Olsa ne olur, olmasa ne olur!”
Peki temel ihtiyaçlarımız yemek, içmek, barınmak, üremek iken bu markalı yüz elli çeşit ayakkabı, on iki çeşit telefon kılıfı, yedi farklı model deniz şortu da neyin nesi? Neden çok sevdiğimiz veya çok para verdiğimiz bir ruju kaybetmek bizi çileden çıkarıyor? Bir veya iki deniz şortu ile denize girmemiz pek ala mümkünken neden yedi tanesine sahip olmak bizi daha mutlu ediyor?!
Şimdi, “Efendim taş devrinde mi yaşıyoruz; gelmişiz Endüstri 4.0 devrine tabi ki alacağız, tüketeceğiz, zamana ayak uyduracağız..” diyebilirsiniz. Fakat bu işin sonu yok. Dünya sonsuz kaynağa sahip değilken bir insanın sonsuz alım gücüne ve bunun sonucunda daha daha mutluluğa sahip olması mümkün değil. Bunun zamana ayak uydurmakla hele mutlulukla hiçbir ilgisi yok.
Şartları tamamen ihtiyaç ve yaşam döngüsü çemberinde düşünürsek hayatımızdaki gerçek ihtiyaçların neler olduğu kısmına kafa yormak aslında farkındalığın kilit noktalarından biri. Bir şeyi alırken alım gücümüzün yettiğince en kalitelisini ve hoşumuza gidenini alabiliriz tabi ki ancak diğerini alamadığımız için veya diğeri daha iyi diye yorumladığımız için bu bizi mutsuz etmemeli.
Hayatımız tamamen etrafımızdakileri nasıl yorumladığımızla şekilleniyor. Nasıl ki hayatımızdaki kalabalıklara zaman içinde alıştıysak aynı şekilde sade yaşamaya da alışmak mümkün. “Az insan çok huzur” diye bir söz vardır ya hani, ben bunu hayatın geneline yaymak gerektiğini düşünüyorum. Bunun yanında çok olması faydalı olan şeylerin de önemi büyük; üretmek, geliştirmek gibi. Fakat yazımın başında belirttiğim gibi burada maddi değer taşıyan konular üzerine fikir geliştiriyoruz.
Bir zamanlar varlıklı bir canavarken (aldıkça mutlu olduğumu sanıp aslında mutsuzluğun dibine vurdum) şimdi buna anlam yüklemeyen huzur dolu bir minimaliste dönüşen biri olarak (yolculuğum hala devam ediyor) sizi sadeliğin dinginliğini deneyimlemeye davet ediyorum. Kendinize kısa bir zaman dilimi ayırın ve sadece bir konu seçip deneyimlemeye başlayın. Örneğin; 3 ay boyunca hiç kıyafet veya takı almayacağım, 1 ay boyunca oje sürmeyeceğim gibi..
Huzur zihninizde daim olsun..
Görkem Bakkaloğlu